Cumartesi, Ocak 15

Kaybolmamak İçin Elimi Tut

Yükselen raflar.
Kimisi boş, kimisi dolu kutular.
Tuhaf ama rahatlatıcı bir koku.
Loş bir ışıklandırma.
Ucu bucağı olmadığını düşündüren, ancak aslında ufak birer oda olan depolar Charles için bir ada tatili ya da herhangi bir geziden daha değerliydi.Bu odalarda oturup kitap okumak, müzik dinlemek ne de keyifli şeylerdi.Düşüncesi bile ona bir dinginlik getirir, mutluluğun doruğuna ulaştığı her an olduğu gibi, gözlerinden bir damla yaş getirirdi.
Gerçekten yorgundu.Onu dinlendirebilecek şeyin ne olduğunu ise iyi biliyordu.Lavanta kokuları ile doldurduğu küvetine girmeden önce mumları yaktı ve perdeleri açtı.78. kattan kim onu görecekti ki!Her şey tam istediği gibiydi.Kıyafetlerini çıkarırken her zaman olduğu gibi, bütün kötü düşüncelerinin, onu boğan duygularının da bedeninden çıkmış olduğunu diledi ve sağ ayağını suya yavaşça daldırdı.O halde bütün gün bekleyebilirdi, suyun sıcaklığı mükemmeldi, ve bir an içinde bütün vücudunu inanılmaz derecede bir rahatlık kaplamıştı.Kendine geldikten sonra küvetin içine tamamen girdi ve yavaşça gözlerini kapadı.Bütün kaygılarının, korkularının, kederlerinin, hüzünlerinin, vücudundan nasıl da çıktıklarına şahit oldu.İşte, böyle bir ortamda nasıl mutlu olmasındı?Sağ elini kuruladıktan sonra uzaktan kumanda ile müzik çalarını çalıştırarak yavaş ritimli bir şarkı da açtıktan sonra her şeyin tam olduğunu düşündü.
Yarım saat, otuz dakika,1800 saniye için ayaklarını bu dünyadan kesmişti.Şu anki durumu için kullanılabilecek en yakın isim uçmak olabilirdi.Ama Charles, bunun bile o anki durumunu anlatamayacağında karar kıldı.
Su soğumaya başlamıştı.Artık sudan çıkması gerektiğinin farkındaydı fakat ayakları o kadar kesilmişti ki dünyadan, sanki istemeyerek çıkamıyordu sudan, birileri izin vermiyordu buna.Bir iki dakika sonra dünyaya tekrar dönerek, yavaş hareketlerle sudan çıktı, havlusuna yöneldi.Ne de güzel bir dinlenmeydi bu!Bütün gün orada öylece kalabilirdi.
Çekmeceden aldığı yeni çamaşırlarını ve dolaptan aldığı yeni kıyafetlerini giydikten sonra dünyamıza geri döndüğü tam anlamıyla kavramıştı.
Bu durumdan hiç de memnun değildi.Fakat, dünyadan uzaklaşmanın tek yolunun bu olmadığını hatırladığı anda dünyalar onun olmuştu tekrar(bu ironi ileride incelenecektir.)!Hızlı adımlarla depoya yöneldi, obsesif kompulsif bozukluğunun sayesinde harika bir deposu vardı.Bir bilgisayarın dosyaları kadar düzenli ve bir o kadar da temiz bir depo.Küçük koltuğa oturdu, müzik çalarını depoya getirmediğini farkedince tekrar kalktı.Koltuğuna oturduğunda şarkı çoktan başlamıştı bile, kısık seste yavaş ritimlerle çalıyordu.Charles ne kadar mutlu olduğunu düşünürken o kadar yorulmuştu ki, orada uyuyakaldı.
Loş ışık altında, kucağında köpeği ile.

Cuma, Ocak 14

Küçük Bir Masa, Tekerleksiz Bir Sandalye

Stabilite.
Söylemesi ne de hoş bir sözcüktü bu.Sabit, değişmeyen.Charles böyle şeyleri severdi.Değişebilen özellikli şeyler ona cazip gelmezdi.Onları hep sahtekar bulurdu.Bir kalem kırmızı yazıyorsa kırmızı yazmalıydı.Bir düğmeye basarak onun siyah yazmasını sağlamak bir sahtekarı izlemek ile aynı şeydi onun için.
O da stabil olmak isterdi.
Siyahsa siyah, beyazsa beyaz, "Charles'ın en belirgin özelliği?" denildiği zaman söylenmesi gerekn tek bir sözcük olmasını dilerdi.O sözcüğün ne olduğundan da emin değildi fakat şimdilik isteği buydu.Sabit, kararlı, güvenilebilir bir kişilik.
Ne zaman çalışmaya koyulsa kocaman masasından ve bir türlü olduğu yerde durmayan tekerlikli sandalyesinden şikayet ederdi.Artık sıkılmıştı, bunları değiştirmenin vakti gelmişti.
Bir miktar parayı cüzdanına koydu ve kredi kartlarını kontrol etti.Arabasının anahtarlarını aldığından emin olmak için yatak odasına bir kez daha gitti.Evi, son bir kez daha kontrol edip, oyuncak köpeğine veda ettikten sonra evin kapısını kapattı.
IKEA'ya gitmek istedi ilk önce, fakat düşününce bunun düşündükleri ile çeliştiğini farketti.Ucu açık olan şeylerden çekinirken, her türlü değişkene sahip IKEA'ya gitmek, kendi içinde bir hain beslemek gibi bir şeydi.Bir kaç mobilya mağazasını gezdikten sonra, bir tanesinde diğerlerine göre biraz daha uzun zaman geçirdi.Obsesif kompulsif bozukluğu yüzünden bir kaç mağaza daha gezmek zorunda kalacağını düşünmesine rağmen bu mağazada aklından geçen masa ve sandalyenin tamamen aynıları vardı.Kısa sürede bunları bulduğu için sevindi ve aldıklarını arabaya yükledikten sonra evinin yolunu tuttu.Kapıdaki görevlinin de yardımıyla asansöre kadar taşıdıktan sonra, evine kendisi taşıdı yeni eşyalarını.
Bir dakika.
Aceleciliği üstündeydi yine.Eskilerini kaldırmadan yenilerini nasıl koyacaktı?Bütün neşesi kaçmıştı birden.Fakat kısa sürede onları da demontajlayarak depoya kaldırdı.Atmak istemedi, bu da onun bir tuhaf özelliğiydi.Hiçbir şeyi atamazdı kolay kolay, ufak bir anahtarlık da olsa, koca bir masa da olsa, hiçbir şeyi kolayca atamazdı.Sebebini bilmiyordu, bu duruma getirebildiği en mantıklı açıklama ise şuydu: Gelecekte onlara ihtiyacı olup olmayacağını bilmiyordu bu yüzden onları her ihtimale karşı saklamak en iyisiydi.
Her şeyi yerleştirdikten sonra bir kez daha odasına baktı.
Voila.
Kaybettiği neşeyi fazlasıyla bulmuştu şimdi.Bir kaç deste temiz kağıt ve bir düzine kalemi masasına koyduktan sonra yemek için hazır olduğunu farketti.Televizyonu açtı, ve televizyonu açık bırakarak mutfağa yöneldi.İşte, yine bir aile gibi hissediyordu Charles, evde sadece kendisi bir de oyuncak köpeği olmasına rağmen.

Depresyondan Kaçış: Sonu Gelmeyen Pazar Günü Şekerlemeleri

Cumartesi günleri, erken kalkar çoğu insan.Haftanın iş günlerinin getirdiği sevimsiz bir alışkanlıktır bu.Fakat pazar günleri...Pazar günleri ne olursa olsun, geç kalkmalıdır insan.Hatta kalkmamalıdır.Öğlene kadar, ikindiye kadar aklından hiçbir şey geçmeyerek yatağın içinde dönüp durmalıdır.Kalkarsa da, gazeteye göz atıp, lavaboya uğradıktan sonra tekrar yatmalıdır, bu böyledir.
Fakat bu durum cumartesi günü, ya da haftanın herhangi evde olduğunuz bir günü baş gösteriyorsa ya idopatik hipersomnianız vardır, ya da depresyondasınızdır.
Depresyon boğazınızın şişmesi kadar normaldir.Vücüdunuzun çevresel etkilere karşı verdiği bir tepkidir.Üzüldüğünüz olaylar, düşük sınav notları, geri dönmeyen sevgililer tetiği çeker ve yavaş yavaş depresyona girersiniz.
Depresyon kötü bir hastalıktır.Tedavi edilmelidir.Tedavi edilene kadar vücut kendi tedavi yöntemlerini bulur.
Bunlardan biri de uyumaktır.Sebepsizce, saatlerce uyumak.Başlarda çok masumdur bu uykular.Çünkü önceden böyle alışkanlıklarınız yoktur.Fakat haftalar boyunca, günde 18 saate kadar uyumak bir süre sonra hem beyninizi, hem de okul-iş hayatınızı zora sokar.Bunların zora girmesi sizi daha da üzer, biraz daha depresifleşirsiniz.Böyle de adidir depresyon, katlanarak artar.Depresyonun adi olduğunu anlamanız, sizi daha daha depresifleştirir ve artık profesyonel bir yardım almanız gerekmektedir.
Profesyonel yardımdan sonra düzelme gösterirsiniz.Ancak bunun sebebi içilen ilaçlar yahut psikolog ya da psikiyatrist hanımın/beyefendinin öğütleri değildir.Profesyonel yardım almanız sizin bir iç yolculuğa çıkmanıza sebep olur.Neden bu yardıma ihtiyacınız olduğunu düşünürsünüz, hayatınızdaki negatif ögeleri düşünüp abarttığınızı anlarsınız.Gerçekten de bu geriye dönüş etkili olur, ve ilaçların da etkisiyle eski halinize geri dönersiniz.
Bir süre sonra, semptomlar nükseder ve yine depresyonun kısır döngüsü tarafından yakalanırsınız.Sebebi ise komik; ne düşük sınav notları ne de kaçıp giden sevgililer.Bir önceki geriye dönüş maceranız bu sefer kendinizi iyi hissederken gerçekleşir.Neden böyle mutlu oldum ben? diye sorarsınız kendinize.Ve her şeyin aslında mükemmel olmadığını, ve olamayacağını anlarsınız.
Tekrar doktora gidersiniz, tekrar düzelirsiniz, tekrar doktor, tekrar düzelme derken, bu işten gerçekten kalıcı olarak kurtulmanın olmadığını anlarsınız.Gerçekten de öyledir.
Kurtulamazsınız.O halde bu eğlenceli olabilecek serüvenin tadını çıkarmaya çalışın, depresyondan keyif alın.
Bir gün elbet sona erecektir.

Pazartesi, Ocak 10

En Sevdiğim Yemek Yok

Günlerden beş.Aylardan sarı.Mevsimlerden kış.
Her şey değişirdi de kış mevsimi değişmezdi.Hüzünlenmeyi seven insanlar çıkardı ortaya.Bazıları onlara kardelen derdi, kimi de berfin diye hitap ederdi.Banklarda yalnız oturup, yalnızlığı doyasıya yaşamayı seven insanlar çıkardı.
İnsanlar üzülmek isteyebilirdi.Bu yüzden her üzgün insana yardımcı olmak pek doğru değildi.
Bir berfin de, asansör maceralarından birini yaşıyordu.Aklında ritimsiz, yavaş bir melodi, yavaş çekim evine giriyordu.Her zamanki sesler.Alt komşusu kapıyı çoktan açmıştı, üst komşusu anahtarlarını bulmaya çalışıyordu.Kim bilir, belki de en alt kattaki komşusu duşa girmiştir bile.
Bu yavaş çekim filme, gökdelenden görülen ufak balerinler ayrı bir hava katıyordu.Küçük, hafif balerinler.Bazı kentlerde, yıllardır bir kaç balerin gören bile olmazken, Charles'ın yaşadığı yer, her kış, çiçeklerin süslediği bir sahnede raks eden balerinlerle neşe buluyordu.
Şimdi kafasında daha ritmik, daha hareketli bir şarkı vardı.Rutin işlerini yapması gerektiğini hatırlatmıştı bu şarkı ona.Oyuncak köpeğini selamladı, bilgisayarını açtı.Kaç gündür buna cesaret edememişti.
Elektrikler kesilmeden önce, Charles Bovary adlı bir kullanıcı, Charles'ın paralel evrenler ile ilgili blog yazısına bir yorumda bulunmuştu.Elektrikler gelip, Charles yorumu okuduğunda ise, hayal kırıklığından başkası değildi bütün daireyi kaplayan.Bir spammer'dı bu Charles Bovary.Kullanıcıların kendi isimlerini kullanarak bloglarına reklam içerikli yorumlarda bulunuyordu.
Bilgisayarını açtı.
Blog işinden vazgeçmişti.Camın diğer tarafındanki Charles'a dokunma fikri artık ona uzak geliyordu.Yorgun olması ise, bunu körükledi ve yaklaşık bir haftadır bloguna el vurmadı.Vurmayacaktı da.Gazeteleri okudu, müzik dinledi, vakit öldürdü.
Sıkıldı.
Gökdelenden dışarıyı seyretmeye karar verdi.Gerçektende aşağıda mükemmel bir manzara vardı.Her şeyi detaylı olarak görmüyor olsa da, bütün o karmaşanın birleşerek oluşturduğu eşsiz resimden müthiş zevk almıştı.Duş aldı, yemek yemek için dışarıya gitmeye karar verdi.
Asansör her zamankinden daha boştu.Kendini kötü hissetti, her ne kadar uflayarak puflayarak biniyor olsaydı da asansöre, onu bu denli yalnız görmek, kalbinde ufak bir sızı yaratmıştı Charles'ın.Bu mekanik yığın ile bir ortak noktaları vardı artık.İkisi de yalnızdı.
Asansörden inince melankolinin kollarından ayrılması iki dakika bile sürmedi.Taksinin yanına varmıştı bile.Fakat böylesine güzel bir akşamda, böylesine güzel ışıklarla süslenmiş caddede yürüme fikri daha cazip gelmişti.
Köşedeki restauranta gitmeye karar verdi.Daha sonra bir kaç arkadaşını aramayı geçirdi aklından ancak, arkadaşlarının hayır demesi durumunda bütün bir akşamı kötü geçeceği için, yalnız başına, bu kötü olayları yaşama riskini almadan yoluna devam etti.
Kapıyı açmadan bir mutluluk kapladı içini.Kapının zilini çok seviyordu Charles.Restaurantı seviyordu daha doğrusu.Burada geçirdiği güzel zamanları hatırlatan ufak bir simge olan zil de, ona mutluluk getiriyordu.
Neden mi mutluydu burada, barmen ile iyi bir dostluk kurmuştu, komi, garsonlar ve temizlik görevlileri ile de.
Davulun sesi gerçekten uzaktan hoş geliyordu kulağa.İnsanlar sürekli birlite takılmadığı, ve derinlemesine tanımadığı insanlarla ne kadar güzel vakit geçirebiliyordu! Bu gece bunu farketti, bu farkındalık ona biraz daha mutluluk kattı, ve yavaş adımlarla her zamanki masasına oturdu.Oturduğu masadan bütün cadde rahatlıkla görünüyordu.En çok ıslanmış köpekleri izlemeyi seviyordu.Onları da kendine benzetiyordu Charles.Yalnız ve duygu yağmurlarında ıslanmıştı her ikisi de.Fakat hüzünlü şeyleri düşünmek istemiyordu bu akşam, sahnedeki bayanın sesi ile güzel yerlere gitmişti bile.Tropik bir adadaydı şimdi.Birazdan egzotik yağmur ormanlarına gidecekti.Öyle güzel dalmıştı ki, garson ona seslenmeye kıyamadı.

Pazar, Ocak 9

Sanırım çiçekçi biz onları almadan önce, üzerlerine biraz mutluluk sıktı.

Cuma, Ocak 7

İdiopatik Hipersomnia

Hiçbir şeyi için sebep gösterilemezdi.
Balkondan, geçen arabaları izlerken hüzünlenirdi.Neden diye sorardı kendine, büyük bir sessizlik fırtınası kopardı.İzleri yoktu bu fırtınanın, ama izlerinin olmadığın bilmek, onların olmadığını söylemek için yeterli gelmezdi ona.Bilirdi bir yerlerde izi vardı bu fırtınanın.Belki de bu fırtına başlı başına bir izdi.Bir aşkın, bir tokatın, bir ihanetin.
Bilemedi.
Hiçbir şeyi için sebep gösterilemezdi.
Bahçede otururken, rüzgarı yapraklarının arasından usta bir dansçı edasıyla geçiren bitkilere bakarken hüzünlenirdi.Önceki sessizlik fırtınasını hatırladığı için sormazdı kendine, neden, diye.Ama soru sormayacağını söylemekle birlikte, o sorunun olduğu gerçeğini ortaya çıkarırdı bilmeden.
Neden, neden bu lanet olası insan şöminenin karşında ağlardı, neden bu çocuksu adam kar yağarken duygulanırdı, neden yağmur hüzünlendirirdi bu yalnız adamı.
Bilemedi.
Bilememek daha çok acıtıyordu canını.Acıtmak demişken, aşk canını yakmamıştı hiç.Yakmayacaktı da, biliyordu aşkın anlık duygulardan ibaret olduğunu, biliyordu aşkın gelip geçiçi bir yaz anısından ileriye gidemeyeceğini.Ne gerçekten gönül bağlamıştı birisine, ne de kendisine bağlanmasına izin vermişti herhangi birine.
Bilemedi.
Hala bilmiyordu bu saçma sapan duyguların neden ortaya çıktığını.Madem çıkacaklardı, neden teker teker çıkmıyorlardı bu düşmanlar?Onları barındırmasına rağmen neydi bu kin, neydi bu öfke?
Boğulmamıştı bu yaşına gelene kadar.Ama yavaş yavaş bu rengarenk, çeşit çeşit kokudaki duyguların onu boğduğunu farketti.Boğuluyordu.Ciğerleri hüzün, gözleri huzursuzluk, doluyordu.Elleri, ayakları mutsuzluktan şişmişti bile.Her şey ona ağır geliyordu.
Her zaman çok uyurdu ya, bu gece uyuyamayacağı tutmuştu.Binbir şekilde yatağının içinde dönerken, onu bir oraya bir buraya iten duygularını yazmayı burada bıraktı.

Perşembe, Ocak 6

Yanıbaşımda Güzel Duygular

O gerçekten herkes olamazdı.
Herkesin güldüğü şeylere gülmezdi.Herkesin giydiği, konuştuğu, yaptığı, söylediği, .. o herkes değildi.Bunları yapmak onu bir "herkes" yapardı.
O gerçekten salt egoydu.
Çünkü herkes salt ego değildi.Herkes kendi işine bakmalıydı.
Ve o bu durumdan memnundu.
Charles'a göre mutluluk, A idi.Ne olduğunu o da bilmiyordu.A açıldığında, sonsuz dereceden sonsuz bilinmeyenli bir denklemdi onun için.Ama birileri tarafından takdir edilmek, yağmurlu gün, yüksek binalar bu denklemin bir kaç köküydü.
Ve bu yazının kısa olmasını istedi.

Pazar, Ocak 2

Elimde Sıcak Bir Kahve Fincanı

Monoton.
Ev, asansör, iş, restoran, iş, ev.Hayatını özetleyen en iyi kelimeydi bu, monoton.Semantikle uğraşmazdı, fakat kelimenin anlamı üzerinde durmak istedi bir an için.Mono-ton.Tek ton, tek renk bir hayat.İşte bu, düşündüğünden daha fazla betimliyordu Charles'ın hayatını bu kelime.
Kontrastı düşük, siyah beyaz yaşamları severdi.Bir şeyse iyiyse iyi, kötüyse kötüydü onun için.Grilere yer yoktu.Ancak o griyi sevmeyen griydi.Evet, grinin ta kendisiydi Charles.Hiç bir konuda kesin görüşü yoktu.Beş dakika önce verdiği kararı aniden değiştirmesinde bir sakınca da görmüyordu.Bir gün mavi, bir gün sarı olurdu onun en sevdiği rengi.Uğurlu sayısı ise bir tane değildi.Asal sayıların hepsini ona uğur getirirdi.
Tek sayılar daha şık görünürdü gözüne.Böyle tuhaf benzetmeleri de vardı.Okul sınavlarında alınan 97 notunu 100'den daha havalı bulurdu.Bu özelliğini kimse ile paylaşmamıştı.İnsanlar ona yeterince "ucube" der gibi bakmaktaydı zaten.
Charles'ın monotonluk döngüsünde asansör de vardı.Çoğu insanın döngüsü sadece ev-iş yahut ev-okul olurdu.Ancak Charles'ın çoğu insanla bir tutulması, pek de mantıklı değildi zaten.
78. katında oturuyordu şehrin merkezindeki bir gökdelenin.Bu yüzden dairesine çıkmak, hiç de kısa sürmüyordu."Uzun asansör yolculuklarından biri daha.", böyle diyordu evine çıkmadan önce her seferinde.Bir yolculuktu bu onun için.Çünkü 128 katlı binada çeşit çeşit insan, çeşit çeşit duygu, çeşit çeşit her şey vardı.Her asansöre binişinde farklı insanlarla, dolayısı ile farklı ruh halleri, farklı enerjilerle karşılaşıyordu.Kendine güvenenler gözlerini kaçırmıyor, agorafobisi olanlar köşede ayak uçlarını dikizliyor, o kadar da kötü durumda olmayanlar ise tavana ya da asansörün paneline bakıyorlardı.
Bir an için şunu düşündü Charles, insanlarla birlikte, onların duyguları, düşünceleri, hüzünleri de biniyordu asansörlere.Belki de bu yüzden insanlar kendilerini rahat hissetmiyorlar, ve bakacak türlü türlü yer arıyorlardı asansörlerde.Haklı olabilirdi.
Alt komşusunun anahtarla kapıyı açtığını duyduğu sırada Charles hala anahtarlarını bulamamıştı.Bulduğunda ise, bir çırpıda kapıyı açtı, üzerindekileri vestiyere bıraktı, oyuncak köpeğini de yanına alarak cam kenarında bir koltuğa oturdu.Monotonluğu yavaş yavaş üzerinden atacağını düşünüyordu.Zira, dün akşam paralel evrendeki kendini düşünürken, kendi isminde biri onun blogunu izlemeye almıştı.Şaşırılıcak şeydi doğrusu.Hemen bloguna girdi.
Doğum gününde sevdiği sevmediği, bir sürü hediye alan çocuğun gülümsemesi belirdi bir anda.5 izleyici daha kazanmıştı, ve insanlar yazdığı yazılar hakkında yorumlarda bulunmuşlardı.Takdir edilmek, yüzündeki gülümseyi bir kat daha artırdı ve bilgisayarını kucağından indirir indirmez içecek bir şeyler yapmak için mutfağa yöneldi.Ne yapacağına karar veremedi, obsesif kompulsif kişiliği iş başındaydı yine.Son derece iyi dizayn edilmiş mutfağında, 200 dolar karşılığında satın aldığı kahve makinesine bakarken buldu kendini.3 dakika olmuştu bile, aa hadi Charles bu güzel ana yakışacak en iyi içecek sence ne, diye düşünürken soğuk bir şeyler içmek istediğini anladı ve kendine bir milkshake hazırladı.Bardağı ağzına kadar doldurduğu için, bilgisayarın yanına giderken, milkshake'in dökülmemesi için biraz uğraşmak zorunda kaldı.
Evet, yanında içeceği, kucağında bilgisayarı ve kolunun altığında oyuncak köpeği ile hazırdı.İkinci yazısını yazacaktı.Bu sefer, Charles Bovary adlı kullanıcının sırrını çözmek üzere paralel evren ile ilgili bir şeyler yazmaya karar verdi.Küçüklüğünden beri aklından geçenleri, o anlık heyecanı ile, bir çırpıda toparladı.Yazısı hazırdı, gönder butonuna basmadan önce derin bir nefes aldı, ve gönderdi.İlk yarım saat hiç bir geri bildirim yoktu blogunda.Bu birazcık canını sıkmıştı.Ne de olsa dün çabucak bir izleyici kazanmıştı, hem bugün onu takip eden daha çok kişi vardı, daha çabuk bildirim gelmeliydi."Acaba yazımı mı beğenmediler?" diye düşünmekten alamadı kendisini.Ancak yazısı son derece iyiydi.Paralel evrendeki kendini anlatırken, camda yansımasını gören ve yansımasına dokunan biriydi adeta.Ve beklenen oldu, bildirimler gelmeye başladı.
Elektrikler kesildi.

Cumartesi, Ocak 1

Dışarıda Yağmur Yağıyor Olmasını Dilerdim

Aslında çoğu zaman bunu diliyordu.Yağmurun, değdiği her tenden, kötülüğü, arsızlığı, şehveti alıp, kanalizasyona karıştırdığını, geride kalan birikintilerin ise buharlaşarak bu dünyanın fiziki ve ruhani olarak temizlediğini düşünürdü.Tabi ki de bunun olmadığını biliyordu, ancak düşünmek, onu mutlu ediyordu.Bir insan yaptıklarını ne için yapardı?Tabi ki de kendini iyi hissettirmek, mutlu etmek için.İşte bu yüzden böyle düşündüğü için kimse onu yargılayamazdı.
Evde tek başına oturuyordu.Bir de oyuncak köpeği vardı.Oyuncağın yaşı olmazdı onun için.Hem onca kötü gününde, mutlu gününde, göz yaşları aktığında bir tek o vardı yanında.Bunun için de kimse onu yargılayamazdı.
İşte; hem mutluydu, hem de kimseye hesap vermek zorunda hissetmiyordu kendini.Mutluluk bu olsa gerekti.
Oyuncak köpeği karşısında duran televizyon koltuğunda uzanmıştı.O ise, 78. kattan dış dünyayı izliyordu.Ne kadar gördüğü umrunda değildi, zaten görmek istediğini görüyordu.Doğru ya, onu yargılamak ne mümkündü!
Dışarıdan bakıldığında mavi gözlü, beyaz tenli, ne kısa ne de uzun saçlarıyla, sessiz sakin, elit bir kişilik koyuyordu ortaya.Bu özelliğini sevmiyordu işte, dışarıdan bakıldığında kendini, kendisi bile sessiz sakin buluyordu.Oysa bu dünya ile ilgili, paralel evren ile ilgili, ahlak, kişilik, insalık.. ile ilgili neler geçiyordu o aklının içinden.Ve ne kadar kuvvetli bir fırtınanın içindeydi bütün bu saydıkları.
İşte yine bir akşam, köpeği karşıdaki koltukta oturuyorken, paralel evren geldi aklına.Belki de paralel evrendeki Charles şimdi kaçıncı uykusunu uyuyordu.Onun ise gözüne uyku girmemişti.Özellikle son bir haftadır paralel evren ile kalkıyor, paralel evren ile yemek yiyor, paralel evren ile uyuyordu.Onu düşündü.Belki de o, bir tüpün içinde uyuyordu.Diğer evrende durumlar nasıldı bilmiyordu.Diğer evrendeki Charles'ın yaşadığına dair bir ipucu da yoktu.Aslında diğer evrenin olduğuna dair bir ipucu yoktu.Ama bu gerçeği aklının kuytu köşelerine, bir daha ona dönmemek üzere, atmıştı.
Bir günlük yazmaya karar verdi.Daha sonra üşendi ve bir blog açmaya karar verdi.Hangi blog sitesine üye olması gerektiğini bilmiyordu.Hatta blogunu vloga çevirmeli miydi bunu da bilmiyordu.Öyle ya da böyle bir blog aldı.Ancak bu bile onun için sancılı bir süreç oldu.Zira blog adı bulmak, ilk yazısını yazmak her şeyden daha zor görünmüştü bir anda mavi gözlerine.
Obsesif kompulsif bozukluğu vardı.İlk başlarda bunun sadece kişilik özelliği olduğunu söylemişti psikiyatristi ancak zamanla iyileşmek yerine bu düşünceleri eyleme dökmeye başladı.Çok titizdi.Her şey mükemmel olmalıydı.Bu yüzden bir şey seçemez, seçse de seçtiğinden memnun olamazdı hiçbir zaman.
Bloguna paralel evren, insanlık, kişilik ve ahlak gibi konular üzerine düşündüğü şeyleri yazmaya başladı.Daha sonra kendini yargıladı, neden yapıyordu bunu?Kim onu okuyacaktı?Belki de meşhur bir yazar olurdu.
Dikkat çekmeyi de severdi.Hem de çok.İnsanların onun yaptığı şeylerle ilgilenmesine bayılırdı.Hele bir de yaptığı işleri takdir ettiler mi, bütün dünya onun olurdu.
Her ne iseydi, yazıyordu işte, beyni bütün bu karmaşayı içinde barındıracak kadar büyük değildi, birazını paylaşarak rahatlamak istemişti.
İlk yazısını yazmıştı.Bir yarım saat daha bilgisayarı ile oyalandıktan sonra son kez bloguna baktı.Nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde ilk takipçisini kazanmıştı.Onu nasıl bulduğunu anlamamıştı, kimseye blogundan bahsetmemişti, birilerinin onu internette aratma ihtimalini ise zayıf bulmuştu.Ancak havalardaydı.Sevincinin yerini endişeye bırakması uzun sürmedi.Onu takip eden kişinin adı Charles'dı.Charles Bovary.
 
 
Copyright © Charles Bovary'nin Günlük Olmayan Günlüğü
Blogger Theme by BloggerThemes Design by Diovo.com